Monday, 22 October 2018

Türkiye’de Kreşler ve Anaokulları – 3


Kreş Çocukların Hakkıdır

Türkiye’de çocuk bakım kurumlarıyla ilgili yazı dizimin birinci bölümünü burada, ikinci bölümünü ise şurada okuyabilirsiniz.


Görsel: İsveç Helsingborg’da bir kamu kreşi, mimari proje Dorte Mandrup Arkitekter.

Bir önceki yazımda çocukların üç yaşından önce kreşe gönderilmemesini tavsiye eden uzman görüşlerinde bahsetmiştim. Gelin konuyla ilgili araştırmalara yakından bakalım. Aslında çocuklara üç yaşına kadar, tercihen anneleri tarafından evde bakılması gerektiği fikri Türkiye’ye özgü bir fikir değil. Ev ve aile merkezli çocuk bakımı 1990’lardan itibaren küresel olarak yayılmış bir söylem. Bu söylemin yaygınlaşmasında sebep olan birkaç kilit araştırmaya yakından baktığımızda ise işlerin her zaman “uzmanların” dediği gibi olmayabileceğini görüyoruz. 

1980’lere kadar çocukların küçük yaşta bakım kurumlarında geçirdiği zaman konusunun akademik çalışmalarda gündeme gelmediğini görüyoruz. Konuyla ilgili ilk araştırmalardan biri,1986 yılında Belsky ve arkadaşlarının yürüttüğü bir çalışma. Bu araştırma, dört buçuk yaşından önce bakım kurumlarında uzun süre hizmet almış çocukların küçük bir kısmının ilerleyen dönemlerde çeşitli davranış bozuklukları gösterdiğini söylüyordu. 

İlerleyen yıllarda Belsky araştırmasının yöntemleri çokça tartışıldı, rastlantısal bulguları nedensel ilişkiler gibi yorumlamakla eleştirildi. Araştırma çok az sayıda çocuğu çok kısa süre boyunca takip etmiş, üstelik sonuçlar değerlendirilirken çocukların aldığı bakım hizmetinin kalitesi, aileler arası farklar gibi kritik göstergelere hiç  bakılmamıştı. Daha da ilginç olanı, Norveç'te ve İsveç’te yürütülen benzer araştırmaların Amerika'da yürütülmüş Belsky araştırmasından farklı sonuçlara ulaşmasıydı. Neredeyse tüm çocukların kaliteli ve iyi denetlenen kreşlere erişebildiği bu ülkelerde yapılan çalışmalar, esas meselenin çocukların kreşe gidip gitmemesi değil kreşte sunulan hizmetin kalitesi olduğunu gösteriyordu.

Fakat bu tartışmalı sonuçlar medya basın tarafından dolaşıma sokulmuştu bir kere. “Çocuğunuzu kreşe göndermeyin” manşeti, “erken yaşlarda düşük standartlarda hizmet veren bakım kurumlarında uzun süreler geçiren çocuklar, bir ihtimal 6 yaş civarı sınıf düzenini bozmaya yaşıtlarına göre biraz daha meyilli olabilir” manşetinden çok daha sansasyonel duyuluyordu. Ve tabii kreşlerin kalitesinin yükseltilmesini talep etmek yerine ailelere çocuklarını kreşe göndermemelerini söylemek zamanın ruhuna daha uygun düşüyordu.


Kreş meselesinden bahsedip de kreş karşıtı söylemin maskelediği çok önemli bir diğer konuya, kadın istihdamına değinmemek olmaz. Halihazırda Türkiye’de çalışma çağındaki kadınların yalnızca üçte biri işgücüne katılıyor. Bunun temel sebeplerinden biri, çocuk bakım sorumluluğunun kadınlara yüklenmesi, kreşe erişimin güç olması, mevcut bakım hizmetlerinin çok pahalı olması. Oysa biliyoruz ki çalışan annelerin çocukları pek çok açıdan daha şanslılar; önlerinde güçlü toplumsal cinsiyet modelleri var, haneye ve dolayısıyla çocuklara daha fazla gelir düşüyor.

Çocukların iyi olma haline dair neredeyse tüm göstergelerin hanenin gelir seviyesiyle doğrudan ilişkili olduğu düşünüldüğünde sadece kadın istihdamını güçlendirme hedefi bile kreşi savunmak için yeter aslında. Dahasını sayalım. Kapitalizmin çok sevdiği fayda maliyet perspektifinden bakarsak, her bir çocuğa bir evde bir yetişkin tarafından bakılması efektif değil. Çevre perspektifinden bakarsak, milyonlarca orta üst sınıf ailenin evinin çocukların onar dakika ilgilenip bırakacağı oyuncaklarla doldurulması sürdürülebilir değil. Çocuk psikolojisi açısından ise, kendini ifade edemeyecek yaştaki çocukların yıllarca tüm gün sadece bir yetişkinle başbaşa kalmaları dengeli ve sağlıklı bir ilişki biçimi değil.

Peki çözüm nedir? Kadınların üçer beşer çocuk doğurması talep edilen bir dönemde annenin çocuk başına en az üç yıl, haydi bunlar birbiriyle kesiştirildi diyelim, üç çocuk için toplam en az yedi yıl eve kapanması mıdır çözüm? Kadın oluşlarının diyetini onyıllar önce kendi çocuklarını yeğenlerini kardeşlerini büyütmek için toplumsal hayattan koparak ödemiş anneannelerin babaannelerin torunlarını büyütmesi midir? Yoksa geçinebilmek için sürekliliği olmayan bir dizi işi kovalamak zorunda kalan yoksul kadınların orta üst sınıf hanelerde çocuk bakıcısı olarak çalışması mıdır?

Hiçbiri. Çözüm, iyi denetlenen, eğitimli çalışanların küçük gruplarda az sayıda çocuğa baktığı, çocuklara uygun tasarlanmış, çocuk dostu malzemelerle inşa edilmiş, çocukların gelişimine uygun oyuncaklarla, kitaplarla, ekipmanlarla donatılmış kamusal kreşler.
Kreş bakımı almış çocuklara odaklanan çeşitli araştırmalar, kaliteli bakım hizmetlerinin çocukların dil becerilerini, bilişsel gelişimlerini, hafıza yeteneklerini desteklediğini gösteriyor. Kreşler, çocuklara ebeveynlerin sunamayacağı pek çok fırsatı, en önemlisi de yaşıtlarıyla birebir ilişki kurma fırsatını sunuyorlar. En önemlisi de kaliteli bakım hizmetleri, aileler arasındaki sosyo-ekonomik farkların çocuklara daha az yansımasını sağlıyor ve böylece toplumsal eşitliğe katkıda bulunuyor

Kısacası, çocuk bakımı meselesi sadece çocuğun bir şekilde bakılıp büyütülüp örgün eğitime katılacak yaşa getirilmesinden ibaret değildir. Kreş çocukların hakkıdır. Kreş yaşındaki çocuklar hakları için mücadele edebilecek, örgütlenebilecek politik özneler olmadıkları için bu hakkı savunmak da bize düşüyor. Konuyla ilgili manifesto niteliğinde nefis bir yazıyı şurada okuyabilirsiniz. 

No comments:

Post a Comment