Çocukların Bakım ve Eğitim Hizmetlerine Erişimi
İsveç’teki araştırma bursumun süresi bitmeye yaklaşınca, memlekete dönersek ne yapacağımıza karar vermek için Türkiye’de çocuk bakım hizmetlerinin ve okul öncesi eğitimin durumunu araştırmaya başladım. Ne yazık ki karşılaştığım manzara hiç iç açıcı değil. Dahası, medyada ve özellikle de ebeveynlerin sıkça takip ettiği sosyal medya platformlarında bu konuyla ilgili müthiş bir kafa karışıklığı olduğunu gördüm. Ben de konuya kendi akademik disiplinimin penceresinden, çocukluk çalışmaları perspektifinden bakmak istedim. Önümüzdeki günlerde Türkiye’de kamusal çocuk bakımının durumu, mevcut kurumların farkları ve bu kurumların çocukların ve ailelerin hayatlarına etkileri ile ilgili bir dizi yazı yazacağım.
Bundan bir yıl önce, Umut 1.5 yaşındayken İsveç
Enstitüsü’nden bir araştırma bursu kazandım ve ailecek İsveç’e taşındık. Buraya
gelme kararımızı belirleyen en önemli sebeplerden biri, Türkiye’de üç yaşın
altındaki çocuklar için herhangi bir kamusal bakım hizmetinin olmayışıydı.
İsveç’te ise durum tamamen farklı, 12 ayı doldurmuş bütün çocukların eğer
ebeveynlerin her ikisi de çalışıyorsa tam gün, yok eğer çalışmayan bir ebeveyn
varsa yarım gün kreşe gitme hakkı var.
Biz de gelip kimlik kartlarımızı çıkarır çıkarmaz kreş
başvurusu yaptık. Mahallemizdeki kreşlerden birinde yer açılana kadar da Umut babasıyla
birlikte haftada birkaç yarım gün açık kreşe gitti. Açık kreş, yani öppna
förskola, tüm bebeklerin doğdukları günden itibaren bir yetişkinle birlikte
gidebildiği, isterlerse bir köşede kendi kendilerine oynadıkları, isterlerse de
yaşıtları başka çocuklarla kaynaştıkları çocuk dostu mekanlara deniyor. Bu açık
kreşler günün belli saatleri belli yaş grubundan çocuklarca kullanılıyor ve
özellikle de İsveç’teki uzun ebeveynlik izinleri sırasında ana babaların da
sosyalleşmesi için de güzel bir fırsat sundukları için çok seviyorlar. Bir süre
sıra bekledikten sonra Umut’un kamu kreşine kaydı yapıldı, yaklaşık altı aydır
da haftada beş gün evimize yakın, bahçeli, çocukları bolca açık havada oynamaya
teşvik eden bir kreşe gidiyor.
Yaşadığımız kreş deneyimi sayesinde güvenli ve kamusal
çocuk bakımının hem aileler hem de çocuklar için ne kadar önemli bir nimet
olduğunu tekrar takdir ettim. Olumlu yanları saymakla bitiremem. Umut kreş
sayesinde bağımsızlaştı, kendi kendine giyinip soyunmayı, yemekten önce
ellerini yıkayıp kurulamayı, masa başına geçip çatal bıçak kullanarak kendi
yemeğini yemeyi öğrendi. Bunları belki evde kalsa da öğrenirdi ama elli
metrekarelik evimizde kreşteki kadar çeşitli kitabı ve oyuncağı, onun boyuna
uygun tefriş edilmiş açık ve kapalı alanları, gelişimini desteklemek için
tasarlanmış onca nesneyi bulundurmamız mümkün değildi elbette. Kaçımızın evinde
yürümeyi yeni öğrenmiş çocukların dengelerini kaybetmeden ayakkabılarını
giyebilmeleri için tasarlanmış bir tabure var? Daha da önemlisi eğer kreşe
gitmemiş olsaydı, arkadaş edinmeyi, onlarla birlikte oyun kurmayı, ufak tefek
çatışmaları kendi başına çözmeyi ve tabii İsveççe konuşmayı öğrenemeyecekti.
◆
Türkiye’de kreşlerin ve anaokullarının durumunu anlatmaya
geçmeden önce konuyla ilgili bazı temel kavramlara açıklık getirmek gerekiyor.
Türkiye’de 0-36 aylık çocuklara hizmet veren kurumlara kreş, bunu 36-72 aylık
çocuklar için yapanlara ise gündüz bakım evi deniyor. Bu kurumlar bakım
hizmetinden sorumlu kabul edildikleri için Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler
Bakanlığı’na bağlılar. İlgili yönetmelik burada. 36-66 ay arasındaki çocukların
eğitimi için açılan okullara ise anaokulu deniyor. Bu tanıma göre anaokulu
bakım değil eğitim hizmeti veren bir kurum olduğu için Milli Eğitim
Bakanlığı’na bağlı. Anaokulu mevzuatına da buradan erişebilirsiniz. Fakat bütün
bu kurumların, tanımların, mevzuatların ve yönetmeliklerin Türkiye’deki
çocukların ciddi bir bölümünün hayatında hiçbir etkisi yok.
Neden mi? Gelin biraz da sayılarla konuşalım. Türkiye’de
kadınlar doğum öncesi ve sonrası toplam 16 hafta annelik izni
kullanabiliyorlar. Buna birikmiş yıllık izinleri de ekleyebiliyorlar. Bunun
sonrasında bir altı ay da ücretsiz izin kullanma hakkı var. Yani özel sektörde çalışan bir
kadın bütün bu izinleri uç uca eklese bile en fazla bir yıl izin kullanabiliyor.
Bütün bu izinler biyolojik özcü kaidelerle belirlendiği için anne hayatta ise babaların
bakım izni kullanması gibi bir olanak yok elbette.
Peki annelerinin doğum izni bittiğinde çocuklar nereye
gidiyor? Türkiye’de 0-3 yaş arası çocuklara hizmet eden, halka açık, ücretsiz bir kurum yok, dahası kanunlara göre böyle bir
kamusal hizmet zorunluluğu da yok. Kamuda ve özelde 150’den fazla
kadın çalışanı olan işyerlerinin kreş açma zorunluluğu var, fakat pratikte bunun
pek kimseye faydası dokunmuyor çünkü Türkiye’de işletmelerin büyük çoğunluğu
küçük ve orta ölçekte olduğundan bu şartı sağlayan işyeri sayısı son derece
düşük, kreş açma zorunluluğunu denetleyen etkin bir mekanizma da yok. Geriye
kalan tek seçenek olan özel kreşler ve belediye kreşleri ise mevcut çocuk
sayısını karşılayabilecek kapasitede değil, çoğu zaten 0-2 yaş arasını kabul
etmiyor.
Sonuçta, Türkiye’de 2 yaşından küçük her iki yüz çocuktan
sadece biri bir kurumda bakım hizmeti alabiliyor. 3 yaş için de durum pek
farklı değil, mevcut bakım kurumlarının sadece yüzde altısı 3 yaşından küçük
çocuklara ayrılmış durumda. 3-5 yaş grubundaki çocuklar için durum kısmen daha
iyi gibi görünüyor, fakat bu yaş grubunun bile sadece üçte biri bir kuruma
erişebiliyor, yani 3-5 yaş grubunda üç milyona yakın çocuk hiçbir hizmetten
yararlanmıyor. Konuyla ilgili başarılı bir infografik için şuraya bakabilirsiniz.
Peki ama bunun sebepleri neler? Neden Türkiye’de yeterli
kreş ve anaokulu yok, dahası neden ciddi bir talep yok? Bakım ve eğitim
kurumlarına erişemeyen çocuklara neler oluyor? Bunlara sonraki yazılarda
değineceğim.
No comments:
Post a Comment