Friday 13 December 2013

Kent ve Çocuk 2 - Sosyal Hizmet Merkezleri

Tarlabaşı Toplum Merkezi'nin çocukları
Bir önceki yazımda çocukların yaşıtlarıyla beraber vakit geçirebilecekleri güvenli mekanların hiç sahip olmadığımız için eksikliğini fark etmediğimiz büyük bir ihtiyaç olduğundan bahsetmiştim. Tarlabaşı Toplum Merkezi için destek arayışı sırasında tesadüfen Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın Sosyal Hizmetler Merkezleri (SHM) projesinden haberdar olduğumda bu kurumların böyle bir boşluğu dolduracağını düşünmüştüm. Fena halde yanılmışım galiba. Galiba diyorum, çünkü SHM’ler hakkında pek fazla bir bilgi edinmek mümkün değil. Bakanlığın görevleri 2011 seçimlerinden hemen önce mecliste görüşülmeden hükümetin onayladığı kanun hükmünde kararnameyle tanımlandığı, merkezler de bakanlığın hazırladığı bir yönetmeliğe göre kurulduğu için SHM’ler hakkında kimin ne düşündüğünü, bu kararın nasıl bir süreçte alındığını bilemiyoruz. Bildiklerimiz Resmi Gazete’de yayımlanan SHM yönetmeliğinden ve bakanlığın sitesinde SHM’ler ile ilgili yazılanlardan ibaret.
Madem öyle, öğrenebildiklerimi anlatayım. Yönetmelikte SHM’lerin görevleri “sosyal hizmet müdahalesinin ve takibinin gerçekleştirilmesi, çocuk, genç, kadın, erkek, engelli, yaşlı bireylere ve ailelerine koruyucu, önleyici, destekleyici, geliştirici, rehberlik ve danışmanlık odaklı sosyal hizmetler sunulması” olarak sıralanıyor. Bakanlığın sitesinde ise SHM’lerin çocuk, genç, kadın, erkek, engelli, yaşlı, şehit yakını ve gaziler ile ailelerine hizmet vereceği vaat edilmiş. Yani çocuklara, gençlere, yetişkinlere, yaşlılara, kısaca herkese tüm bu hizmetler tek bir merkezden verilecek. Aslında dünyanın pek çok yerinde sosyal hizmetlere erişimi kolaylaştırmak amacıyla oluşturulmuş yerel ya da merkezi yapılanmalar var, fakat buralarda aynı zamanda bu hizmetleri sunmaya kalkmak pek görülmüş şey değil.
Yapılacak merkezlerin her türlü gideri 2013 yılı bütçesinde Aile Danışma Merkezleri, Toplum Merkezleri, gündüzlü Çocuk ve Gençlik Merkezleri ile Yaşlı Danışma Merkezleri için konulan ödenekten karşılanıyor. Dolayısıyla SHM’lerin kurulabilmesi için ilk iş bu kurumlar kapatıldı. Bunların bir kısmı zaman içinde SHM’ye dönüştürülecek, bir kısmı ise bir daha açılmayacak. Kapanan kurumlardan hizmet alanlara veya buralarda sözleşmeli/taşeron olarak çalışanlara ne olacak bilemiyoruz. 
Süreç sorunsuz atlatılıp merkezler açılabilirse ne olacağı da ayrı bir muamma. Mesela çocuklar bu merkezlerden nasıl yararlanabilecek? Bunun cevabı yapımı planlanan dört yüz küsur merkezin avan projelerinde saklı. Projeye baktığımızda en büyük merkez olan 2000 m2lik A tipi SHM’de kullanıcıların etkinliklerine toplam 6 oda ayrıldığını görüyoruz. Buna karşılık aynı planda en küçüğü 20, en büyüğü -elbette müdür odası- 42 m2 olmak üzere 35 ofis ve toplantı odası, ayrıca memurların kullanacağı bilumum hizmet birimi bulunuyor. Yani bu kocaman memur kompleksinde yönetmeliğe göre merkez hizmetleri arasında sayılan “toplumun bilgi ve farkındalığını artırmaya yönelik eğitim, kültür, sanat ve benzeri alanlarda faaliyetler” gerçekleştirmek için 280 m2 alan bulunabilmiş. Memurların çocukları için ufacık bir kreşi bile olmayan bu devasa merkezin 36 m2lik bir odacığı ise çocuklara ayrılmış.
Olsun, hiç yoktan iyidir diyebiliriz. Plana yakından bakınca çocukların kendilerine ayrılan o tek odacığa bir danışma, bir güvenlik, bir müdür yardımcısı ve on sosyal hizmetler görevlisinin önünden geçerek ulaşabileceklerini görüyoruz. Daha da fenası, inşaatı bitmiş üç örnek uygulamaya bakınca merkezlerde çocuklara uygun tek bir mobilya, tek bir kitaplık, tek bir oyuncak/resim malzemesi/kostüm/ıvır zıvır dolabı olmadığı görülebiliyor, aslında bahçedeki plastik kaydırak dışında çocuklara yönelik hiçbir şey yok. “Yapılacak başvuru, ihbar ve alan taramaları veya herhangi bir şekilde tespit edilen çocuklar” bütün engelleri aşıp oraya gelmeye hak kazandılar, binbir belge doldurarak SHM’ye kayıt olmaya ikna oldular diyelim, onca çocuk üç masa üç sandalyeyle tefriş edilmiş o küçücük odada ne yapacak? Oysa dünyanın dört bir yanından örnekler öyle çok da büyük kaynaklara gerek kalmadan biraz mimari bilgi, biraz yaratıcılık, biraz da çocuk perspektifiyle çocuk dostu merkezler inşa edilebileceğini gösteriyor. 
Gerçi Türkiye’de sokakta yaşayan hepi topu 24 çocuk olduğu için dört yüz küsur merkezde birer oda hepsine yeter de artar bile. Ama bu merkezler bütün çocuklara açık olmayacak mıydı? Okullarından ve evlerinden başka gidecek hiçbir yeri olmayan milyonlarca çocuk kendilerine ayrılan odacıklara nasıl sığacak? Sığmayacaklarsa, bu hizmetler özel sektörden satın mı alınacak? Yoksa SHM yönetmeliği cömertçe bütün görevleri tek bir odacığa sığdırabileceğini iddia ettiği için bunları yapmaya çalışan kurumlar devlet desteğinden mahrum mu kalacak? 
SHM’lerle ilgili cevaplanması gereken sorular bunlardan ibaret değil elbette. Bu merkezlerde kim istihdam edilecek? Merkezlerde kayıt altına alınacak çocuklarla ilgili hangi bilgiler toplanacak, bu bilgilerle ne yapılacak? Bir kez daha iktidar muazzam kaynak ve işgücü ayırarak bir hizmet sağlamaya kalkışıyor, fakat yine ben yaptım olducu bir şekilde, bir kez daha ne yazık ki çocuklar düşünülmeden. Peki neden böyle oluyor? Bunu anlamak için hükümetin çocuk politikalarına yakından bakmak gerek. Bu da bir sonraki yazıya kalsın.
Not: Bu yazının üzerinden bir ay geçmeden korktuğumuz başımıza geldi, Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü ile Tarlabaşı Toplum Merkezi'nin arasında imzalanması planlanan protokol, merkezin sağladığı hizmetlerin "ailelerin talepleri doğrultusunda Beyoğlu SHM tarafından verileceği" gerekçesiyle rafa kalktı. Şurada haberin detaylarını okuyabilirsiniz.

Monday 2 December 2013

Kent ve Çocuk 1 - Çocuklar için Kamusal Alanlar

©Behiç Ak


Akademik çalışma insanı yalnızlaştıran ve dünyadan soyutlayan bir sürece dönüşebiliyor. Çok önemsediğiniz için araştırmaya karar verdiğiniz bir konuyla aranıza bilimsel bir mesafe koyma zorunluluğu, en başta o meseleyi neden o kadar önemsediğinizi bile unutturabiliyor kimi zaman. Hele çocuklar arası eşitsizlik gibi karanlık bir meseleyi araştırıyorsanız yaptığınız işe yabancılaşmamak için gerçek hayatlarla bir yerden bağ kurma ihtiyacı hissedebiliyorsunuz. Biraz da bu yüzden bir süre önce haftada birkaç saat Tarlabaşı Toplum Merkezi’nde gönüllü olarak çalışmaya başladım. TTM İstanbul’da, kentin tam merkezinde ama merkezdeki hayatın yamacında, kentsel dönüşümün en sert vurduğu mahallelerden birinde yaşayan çocuklara nefes alacak bir alan sağlamak üzere kurulmuş bir toplum merkezi. İyi ki TTM’ye gidip Tarlabaşı çocuklarıyla tanışmışım; onlar sayesinde hem kentte çocuk olmakla ilgili bazı fikirlerimin ne kadar basmakalıp olduğunu, hem de çocukların özgürce var olabilecekleri bir mekâna ne kadar ihtiyaç duyduklarını anlamış oldum.
Türkiye’de çocukların başka çocuklarla vakit geçirebileceği yerler parklar, sokaklar ve okul bahçelerinden ibaret. Kentsel dönüşü, hızlı büyüme, nasılsa henüz bina dikilmemiş her yere inşaat arazisi gözüyle bakılması, okul bahçelerinde ek dersliklerden artakalan yerlerin otopark olarak kullanılması zaten son derece kısıtlı olan bu mekânların iyice daralmasına sebep oluyor, kentlerde çocuklara ait kamusal alanlar azaldıkça azalıyor. Sevgili bir arkadaşım kapitalist düzende herhangi bir hizmet satın almadan sığınılabilecek tek yerin kütüphaneler olduğunu söylemişti. 14 milyon nüfuslu İstanbul’da sadece 14 çocuk kütüphanesi olduğu düşünülürse bu da seçenek değil. Geçenlerde yayımlanan bir araştırmaya göre çocukların %90’ının evlerinin çevresinde sanat veya spor etkinliklerine katılabilecekleri herhangi bir yer bulunmuyor. 
Peki, bir çocuk okulu ve evi dışında nereye gider? Nerede spor yapar, kültürel etkinliklere nerede katılır? Çocukların blok flütten başka bir müzik aleti çalabileceği, resim yapabileceği, tiyatroda rol alabileceği, kitap ödünç alabileceği bir yer var mı? Kaç çocuk okuma güçlüğü çektiğinde, aritmetikten kırık aldığında ona yardım edebilecek bir yetişkin tanıyor? Belki bunlardan da önemlisi, okulların, konutların ve tüm ortak mekânların sınıfsal çizgilerle ayrıştırıldığı kentlerde çocuklar başka çocuklarla nerede tanışıyorlar? Şehirlerde çocukların güvenle var olabileceği, ister yalnız başlarına oturup ister arkadaşlarıyla oyun oynayabilecekleri bir yer kaldı mı?
Hali vakti yerinde aileler bu eksiklikleri çocukları kent merkezinden izole edilmiş korunaklı sitelere taşınarak, hafta içi servislerle tam gün eğitim veren özel okullara gönderdikleri çocuklarını hafta sonları özel otomobilleriyle kurstan kursa taşıyarak, çocukları için oyun buluşmaları düzenleyerek telafi etmeye çalışıyorlar. Maddi durumu buna yetmeyen ailelerde ise ya aileden bir kadın toplumsal hayattan kopup bütün gün çocukların gözetilmesi işini üstleniyor, ya da çocuklar günlerini televizyon seyrederek, trafiğe açık sokaklarda, güdükleştirilmiş parklarda, otomobillerin işgal ettiği okul bahçelerinde kendilerine bir alan bulmaya çalışarak geçiriyorlar. Oysa çocuklarının her dakikasını doldurmak ailelerin yalnız başlarına taşıması gereken bir sorumluluk değil. Dahası, ebeveynlerin çocuklarıyla sürekli beraber vakit geçirme imkânı olsa bile çocukların da -tıpkı yetişkinler gibi- başkalarının çizdiği sınırlara tabi olmadan sosyalleşebilecekleri kamusal alanlara ihtiyacı var.
Tezim için araştırma yaparken dünyadan bambaşka örneklerle karşılaştım. Mesela birçok ülkede çocukların okul saatlerinden sonra müfredat dışı aktivitelere katılımı son derece yaygın ve bu etkinlikler çoğunlukla okullar tarafından düzenleniyor. Okullarla bağlantısı olmayan kurumlar da var elbette. Örneğin bir çok ülkede  hem beş yaşından küçük çocuklar için düzenlenmiş çocuk merkezleri, hem de daha büyük çocukların gidebileceği gençlik merkezleri var. Bu gençlik merkezleri nasıl yerlerdir merak ederseniz şurada bazı örneklerini görebilirsiniz. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın Sosyal Hizmetler Merkezleri kuracağını öğrendiğimde bu meseleye nihayet el atıldığını sanıp şaşırmıştım. Ne yazık ki durum pek de öyle değilmiş. Sosyal Hizmet Merkezleri de bir sonraki yazının konusu olsun.